Oslo'da geçen sıcak bir yaz günü, ölüler gizemli bir şekilde uyanıyor ve üç aile, sevdikleri kişilerin ölümden dönmesiyle bir kaos ortamına itiliyor. Ama kimdir onlar ve ne isterler? Bu ailenin her bir üyesi, kendi hikayeleri ve geçmişlerinin izlerini taşıyan ölülerle yüzleşmek zorunda kalıyor. Bu, fantastik bir hikaye olsa da, aslında tüm insanların baş etmek zorunda olduğu evrensel sorunları; ölüm, yas, kayıp ve kişisel kimlik arayışını ele alıyor. Bir yandan, huzurlu bir yaz gününün sakinliğini sergileyen güneşli Oslo'nun görüntüleri, diğer yandan ise hayatları boyunca hiç beklemedikleri bir durumla karşı karşıya kalan ailelerin karmaşası ve korkusu. Bu kontrast, her bir karakterin iç dünyasını ve yaşadıkları çatışmayı etkileyici bir şekilde ortaya koyuyor. Hikaye ilerledikçe, ölen kişilerin geri dönmesi durumu normalleşmeye başlıyor ve bu durum, yaşayan karakterler tarafından nasıl kabullenildiğini ve bunun hayatlarını nasıl değiştirdiğini görüyoruz. Bu durum, sevdiklerinin ölümüyle başa çıkamayan ve onları geri getirme arzusu olan herkes için bir fantaziyi ifade ediyor. Bu ölüler kimlerdir ve ne isterler sorusu, hikayenin devamında birçok farklı katmanla ve sürprizle karşımıza çıkıyor. Ancak sonunda anlaşılıyor ki, geri dönen bu ölülerin aslında ne istedikleri değil, yaşayanların onlardan ne bekledikleri önemli. Bu öykünün, aile bağları, yas süreci ve ölüm sonrası hayat üzerine düşündüren bir bakış açısı sunduğunu söylemek mümkün. Finali, hafızalardan silinmeyecek bir etki bırakıyor ve izleyicileri derinden etkileyen, üzerine düşünülmesi gereken bir deneyim sunuyor.